Kadın olmak, köle olmak, köpek olmak gibi bir şey.
Kitaplardan birinde şöyle yazarmış, babam okumuş adamdı, o söylerdi boyuna. Topraktan geldik, toprağa gideceğiz diye... Bizim Karadeniz uşakları için şöyle demek daha doğru: Denizden geldik, denize gideceğiz!
Sen küçülmezsin, kitapları sevdiğin sürece.
Şiir yazmak dünyanın neresinde suçtu, faşist ülkelerden başka?
Bok var denizde sanki.
Kim demişse demişti, "açlık ekmeğin katığıdır." diye. Ne güzel de gidiyordu şu kuru ekmek.
Sen halkın uyanmasını bekliyorsun, oysa o namussuzlar, geceyi uzatmak için ellerinden geleni yapıyorlar.
Bu Karadeniz böyle işte. Üstündekilerle başka türlü uğraşır, kıyıdakilerle başka türlü.
Karadeniz, boğulanları kıyıya atardı er geç.
En azdan yirmi bin öğretmen var memlekette. Bunlar vatanı satsalardı, vatan mı kalırdı bugüne kadar.
Bildiğim bir şey varsa ezilen halktan yana oluşum.
İstiyorum ki halk, kendi çektiklerinin farkına varsın. Bir kez halk yoksulluğunun ayrımına varırsa... Daha doğrusu halk, halk olarak kendi gücünün farkına varırsa... Kaderine öylesine razı olmuş görünüyor ki.
Demek seksen dört ekmeğe öğretmenlik yapıyoruz.
İyi ya da kötü, yaptım işte... Bir şair, üzerine düşen işi yapmalı.
Bir işin içinde af varsa suçlamada haksızlık da var demektir. Af, güçlülerin özür dilemesi anlamına gelir biraz da.
Yalnız anadilini değil, çocukluğunu belli bir yurt kesiminde oluşturmadan gezginci bir yaşayış sürdüren yazarın, diliyle birlikte toplumsal oluşumu da yarım kalır.
Ya dertlisin, ya sevdalı...
Bir açarsın ki mutluyum, Bir kaparsın her şey elimden gitmiş.
Beni tutsa tutsa gözlerin tutar ayakta, Beni yıksa yıksa gözlerin yerle bir eder.
Tükeniyoruz boyuna tükeniyoruz.
Ateşler kül bağladı sobalarda, Tosya kan uykulardadır.
Vatan hainlerine, asker kaçaklarına acımak yok!
Eğer bu savaş kazanılacaksa böyle kazanılacaktı. Erkeklerine, cephelerde tutkulu siyaset adamları tarafından yüzyıllardır kıyılan bir memleketin kurtuluş savaşına kadınlar da karışmalıydı.
Zorbadan korkup susan bir kolcunun yoksul halkın karşısında aslan kesilmesi kadar gülünç ne olabilirdi?
"Uşaklar," dedi halime kaptan, "benim adım Halime değil, Halim. Bildiğiniz gibi, kaptan benim. Onlardan saklayacak başka birşeyimiz yok. Paramız pulumuz yok ki soyulmaktan korkalım.
Bir gemicinin sevinci, neşesi, denizin neşesine bağlıydı.
"Yaşa Memiş Kaptan!" dedi. "Ne kaptanmışsın sen!" oysa bütün bunları Halime Ablası için söylemeyi geçirmişti içinden.
Ateş edeceksen kafama nişan al da süründürme!
"Biz yolumuza gidiyoruz," dedi. "Onlar kaçıyorlar."
Dilinin ucuna gelen her sözcük de hemen söylenemezdi ki...
Kurtuluş Savaşı yapıyoruz, gencimizle, yaşlımızla, kadınımızla birlik olup...
Nerden geliyordu bu yalnızlık, kimsesizler, çaresizlik duygusu...
Düşman dediğin nerde var, nerde yok belli olmuyor ki!
Erkeksiz kadının düşmanı çok olur.
Adamı kocatmadan, çürütmeden salıvermiyor hökümet.
Bütün yaz tazılar gibi karınlarımız sırtımıza yapışırdı beyinsizlikten.
En kötüsü, kötünün de kötüsü okuyup satılmış adamlar.
Gözünü sevdiğimin kopyası...Ne doktorlar, ne avukatlar, ne mühendisler yetiştirmişti şimdiye kadar.
Kenefte de rahatlık yok sizden. Söylerim namussuzum Kel Mahmut’a!
Leylak leylak bakıyorsun gözlerimin içine ölümsüz bir mevsim oluyorsun.
Azar azar, duvar örer gibi gelişen dostluklar, öyle kolay kolay yıkılıp gitmez.
İyi bir Cideli olabilirsem yapıtımda iyi bir yeryüzü ozanı olabilirim.
Sağ ol çavuşum! Dışardakilerden ne kadar çok şey işitirsek, içeride işimiz o kadar ağırlaşır. Ezilir kalırız duvarların arasında. Sağ ol!